Bu geceki yazımda bazı kısa filmlerden ve bazı şiirlerden bahsedicem. Korkmayın romantik şeylerden çok uzak bir yazı olucak. Benim şiir anlayışım biraz farklı çünkü. Edgar Allan Poe desem mesela? Bir ışık çaktı mı? :) Tabii ki. Niyetim çok bilinenden az bilinene doğru gitmek. O yüzden öncelikle Tim Burton'ı bir hatırlayalım beraber.
Korkmayın uzun uzun Tim Burton'dan bahsetmeyeceğim zira hepimiz biliyoruz Tim Burton'u. Yapımcılığını ve yönetmenliğini yaptığı filmler arasında en çok bilinenleri: Noel Gecesi Kabusu (Nightmare Before Christmas), Ölü Gelin (Corpse Bride), Beterböcek (Beetlejuice), Makaseller (Edward ScissorHands), Hayalet Süvari (Sleepy Hollow) gibi filmleri sıralayabiliriz. Liste uzayıp gider tabi. Ben en çok aklımda kalanları yazdım. Özellikle Sleepy Hollow tadından yenmez bir filmdir bana göre. Buyrun şöyle bir bakış atın:
Kendi tarzını bulan kişilerden yalnızca birisi Tim Burton. İstiridye çocuğun hüzünlü ölümü diye enteresan öyküleri olan bir kitabı var. Türkçe baskısı altı kırkbeş yayınları tarafından çıkarılmış. Kaybedenler kulübünü izleyenler hatırlayacaktır altı kırkbeş yayınlarını :) Merak edenler alsın okusun derim. Her tarafta var zaten.
Bir de şöyle bir kitabı var bende. Türkçe değil maalesef ama Tim Burton sevenlerin edinmesi gereken bir kitap. Kitabın adını Tim Burton galiba üzerinde başka bir şey yazmıyor. İçinde Tim Burton Museum of Modern Art yazıyor sadece.
Kitap bu efendim. İçi ise şöyle resimlerle dolu:
Evet üşenmedim resim bile çektim sizin için :) Eğer hala resimlerden bir keyif alamıyorsanız, bu ne yeaaa diyorsanız, yazıyı burada bırakmanızı öneririm çünkü bu yaştan sonra size hayal gücünün ne olduğunu açıklayacak değilim. Gerçekçi bir insan olabilirsin ve bunlar ilgini zerre çekmiyor olabilir. Sorun değil, hayat okunacak şeylerle dolu... Kırgınlık yok :P
Konuyu çok dağıtmadan asıl hedefime doğru dönmeliyim artık. Evet,evet,evet biliyorum çoğunuz izlediniz. Ama bir çoğunuz da ne zamandır izlemediniz, o yüzden beni kırmayın da gelin 1980'lerden bir kısa filmle nostalji yapalım.
Daha Tim Burton'ın adının ilk geçtiği yerde asıl amacım size bu güzel kısa filmi hatırlatmaktı veya henüz izlememiş olanlarınız varsa onları bu ızdıraptan kurtarayım dedim. :P Nasıl buldunuz? Yüzünüzde bir gülümseme oluştu mu? Saçma mı dediniz? Siz hala burada mısınız? :/ Sanatın bizlere ne hissettirdiğini nasıl açıklayabiliriz ki? ama ben beğendim. Bence gayet güzel ve eğlenceli olmuş. Yaratıcı insanlara ihtiyacımızz varr! :) Bu arada kısa filmdeki ses Vincent Price'a ait ve kendisi özellikle korku filmleri olmak üzere bir sürü filmde oynamış. http://www.imdb.com/name/nm0001637/ Bıyığına bayıldınız di mi? :)
Şimdi sizlerden filmin sonundaki alıntı yapılan şiire doğru yönelmenizi rica edicem. Tim Burton'ı bırakıp Edgar Allan Poe'ya bir sıçrama yapalım. Biraz da Edgar Allan Poe'dan bahsedeyim sizlere.
Çok mazlum bir yazar olan Edgar'ın doğumu 1809 ölümü ise 1849'da olmuş ve neden öldüğünü hiç kimse bilmiyormuş. Eğer nasıl öldüğünü merak ediyorsanız şu filmi öneririm size. Tabii ki kurgusal ama iyi yazılmış bir senaryo. V'nin yönetmeninden bak. Söylemedi deme sonra.
Hem durun yahu! Daha adamı tanıtmadan ölümüne merak saldınız. Efendim, kendisi polisiye ve korku edebiyatının öncülerinden sayılıyormuş. Şimdi size İthaki yayınlarından çıkmış Edgar Allan Poe'nun Bütün şiirleri adlı kitabından yazarı tanıttıkları sayfayı aynen geçiriyorum. (Özgün adı: The Complete Poetical Works of Edgar Allan Poe, Çeviren Oğuz Cebeci, ithaki yayınları)
Edgar Allan Poe 19 Ocak 1809'da Boston, Massachusetts'de, her ikisi de profesyonel oyuncu olan, üç çocuklu David ve Elizabeth (Arnold) Poe'nun ikinci çocuğu olarak dünyaya geldi. Londra ve Ricmond'daki özel okullarda okudu. Öğrenciliği sırasında tanıştığı alkol ve kumar, yaşamını altüst etti. Kendisinden daha ünlü olan eşinin gölgesinde kaldı.
Önceleri başarısız fanzin denemeleriyle başladığı edebiyat yaşamı, 1832'de Saturday Corrier'da basılan beş öyküyle ve 1833'te Baltimore Satruday Visitter tarafından düzenlenen yarışmada "ms. Found in a Bottle" (şişede bulunan not) adlı öyküsüyle birinciliği kazanmasıyla devam etti. 1834'te, Godey's Lady's Book'ta yayımlanan "The Visionary" (Vizyoner) adlı öyküsüyle adı ülke genelinde duyulmaya başlamıştı.
Düzyazılarından başka ustaca kurgulanmış ve yazılmış "The Raven" (Kuzgun) başta olmak üzere, "Annabell Lee" ve "To Helen" (Helen'e) adlı şiirleriyle de tanınan Poe 1849'da öldü. Charles Baudelaire'in "Çağımızın en güçlü yazarı..." dediği Poe, yazdığı Özgün metinlerle birçok yazarı derinden etkiledi. Gerçekten de, ondan başka hiç kimse yaşamın ve doğanın istisnalarını daha büyülü anlatamadı.
İthaki yayınları böyle tanıtmışlar yazarı viki'de yazan arkadaş kaynak göstermemiş ama ben kaynak da gösteriyorum size :) tabii kitabın nereden kaynak alıp yazdığını bilmiyorum ama sonuçta atmış olamazlar değil mi? Vardır bir kaynakları. Kitapta örneğin kuzgun şiirini okuyacaksanız sol sayfada İngilizce'sini, sağ sayfada da Türkçe'sini göreceksiniz. Gerçekten çevirmenin de çok başarılı bir iş yaptığını düşünüyorum. Merak mı ettiniz? Kitabı alarak onlara destek olmaya ne dersiniz? Adamlar bayağı bir uğraşmış ve başarılı bir iş çıkarmışlar çünkü :) Peki nedir bu herkesin dilindeki kuzgun şiiri?
KUZGUN-Edgar Allan Poe (Oğuz Cebeci'nin çevirisinden)
Tuhaf ve antika ciltleri üzerine düşünüyordum,
Yorgun ve sıkıntılı-
Uyumak üzereydim,neredeyse başım düşüyordu ki,
Bir tıkırtı geldi birden,sanki kibarca
Oda kapımı çalan-çalan birisi gibi.
''Odamın kapısını tıklatan'' diye söylendim ''bir konuk-başka birşey değil,yalnızca bu.''
Ah iyice anımsıyorum ki o hazin Aralıktı;
Ve zemine vuruyorsu sönen her bir közün yansısı.
Sabahı istiyorum şevkle;-Boş yere
Aramıştım
Ödünç bir avuntuyu kederden-
Yitik Lenore'un kederinden-
O eşsiz ve pırıl pırıl kızın,meleklerin Lenore diye andığı-
Buralarda anılmayacak artık adı.
Ve mor perdelerin belirsiz,hüzünlü,ipeksi hışırtısı
Önceden hiç duyulmamış tuhaf kokularla dolduruyor-
Tir tir titretiyordu beni;
Öyle ki,çarpıntımı bastırmak için tekrarladım,
''Oda kapımdan girme izni isteyen bir konuk bu-
Oda kapımdan girme izni isteyen geç bir konuk-
Başka birşey değildir bu.''
O sıra cesaretimi toplayıp;daha fazla oyalanmadan,
''Sir''dedim ''yada madam affınızı dilerim ama
gerçek şu ki dalıyordum ve siz öylesine yumuşak
bir tıkırtıyla geldiniz ve öylesine hafifçe tıklattınız-tıklattınız
Oda kapımı ki duyduğumdan pek emin değilim sizi''
Diyerek kapıyı açtım burada;karanlıktan başka birşey
yoktu orada.
Orada durdum,korku ve merakla karanlığın içine baktım uzun süre,
Kuşkuyla,kurarak hiçbir ölümlünün cüret edemediği hayalleri;
Ama sükunet bozulmadı ve sessizlik bir ipucu vermedi,
Ve fısıltıyla söylenen tek sözdü orada ''Lenore?''
Buydu fısıldadığım,mırıltılı bir yankıyla geri gelen
O söz ''Lenore''.Başka birşey değil yalnızca bu.
Odama dönerken alev alev yanark ruhum,
Aynı tıkırtıyı işittim yine ilkinden biraz daha kuvvetlice
''Kesinlikle''dedim.''Kesinlikle birşey var penceremin
kafesinde;
Öyleyse neymiş bakalım ve bu esrarı çözelim-
Rüzgardır,başka birşey değil bu.
Açıverince kepengi,eski devirden kalma
Azametli bir kuzgun,kanat çırpıp sallanarak adım attı içeriye,
Ne bir selam verdi ne bir an durdu yada oturdu;
Ama bir Lady'nin yada Lord'un edasıyla tünedi kapımın üstüne-
Oda kapımın üsütnde bir Pallas büstüne kondu-
Konup oturdu hepsi bu.
Derken ciddi ve haşin suratıyla bu abanoz kuş,
Kederimi gülümsemeye dönüştürdü,
''Sorgucun kırkılmışsa da hiç kuşkusuz''dedim
''Korkak değilsin sen,gecenin kıyısından gelen
suratsız ve yaşlı kuzgun-Gecenin Plutonian kıyısındaki
saygıdeğer adın nedir,söyle bana''
Kuzgun dedi ki''Bir daha asla''
Çok şaşırmıştım bu çirkin kuşun konuştuğunu duyup
Böylesine açıkça;
Pek alakalı olmasa-yanıtı pek anlamlı olmasa da;
Çünkü kabul etmeliyiz ki yaşayan kimse henüz mazhar olmadı;
Oda kapısının üstünde bir kuş-
Kuş yada hayvan görmeye oda kapısının üstündeki büstte
Bir isimle ''bir daha asla'' diye.
Ama kuzgun,sessiz büstün üstünde tek başına yalnızca bu sözü
söyledi,sanki bu tek sözle içini dökmüş gibi.
Sonra başka birşey söylemedi-ne de bir tüyünü oynattı-
Ben mırıldanana dek,''Önceden uçtu diğer dostları-
Sabahleyin beni terk edecek,umutlarımın önceden
uçup gittiği gibi..O zaman kuş '' Bir daha asla'' dedi.
Sessizlikten ürküp böylesine uygun bir yanıtla bozulmuş
''Kuşkusuz'' dedim,''Söylediği şey bütün sermayesi
Mutsuz bir sahipten kapılmış,zalim bir
Belanın soluk vermeden izlediği ve izlediği ta ki
Şarkılarının nakaratı olana dek-
Umutlarına ağıt yaktığı
''Asla-Bir daha asla'' nakarattı.
Ama kuzgun hayallerimi tebessüme çevirirken hala,
Minderli bir iskemleyi sürdüm kuşun,kapının ve büstün önüne;
Sonra,çökerek kadife yastığın üstüne,kendimi hayalden hayale
Geçmeye verdim,düşünerek bu eskinin meşum kuşu-
Bu suratsız,çirkin,korkunç,sıska ve uğursuz,eski zaman kuşu
Ne demek istemişti gaklayarak ''Bir daha asla ''diye?
Oturdum bunu bulmaya çalışarak,ama tek söz etmeden
Ateşli gözleri şimdi göğsümün içinde yanan kuşa;
Bunları bulmayı düşünerek oturdum,başım hafifçe eğilirken
Kadife yastığın,lamba ışığının üstünde göz gezdirdiği kumaşa,
O,oturmayacak,ah,bir daha asla.
Derken,bana öyle geldi ki,görünmez bir buhurdanla
Tütsülenip yoğunlaştı hava
Sallanan,adımları tüylü zeminde tıpırdayan meleklerce.
''Zavallı'' diye bağırdım ''Tanrım emanet etti-
Bu meleklere gönderdi seni
Unut-unut ve arın anısından Lenore'un;
İç,ah,iç bu arındırıcı ilacı ve unut bu yitik Lenore'u''
Kuzgun dedi ki''Bir daha asla''
''Kahin''dedim,''Kötülüğün işi-yine de kahin,şeytan yada kuş olsa da-
İster ayartıcı göndermiş olsun,ister fırtına fırlatmış olsun
Seni bu kıyıya,Issız ama korkusuz,bu büyülü ama terkedilmiş toprağa
Bu eve dehşetin uğradığı-söyle bana dosdoğru yalvarırım''
Dedi ki kuzgun ''Bir daha asla''
''Kahin''dedim,''Kötülüğün iş-yine de kahin,şeytan yada kuş olsa da-
Üstümüzde çevrenen Gök adına-ikimizin de tapındığı tanrı adına-
Söyler kederle yüklü bir ruha,uzak Aden'de var mı
Kutlu bir kız meleklerin Lenore diye andığı?
Var mı eşsiz ve pırıl pırıl bir kız meleklerin Lenore diye andığı?
Dedi ki kuzgun ''Bir daha asla''
''Ayrılık sözümüz olsun bu''diye bağırdım fırlayarak
''Kuş yada şeytan-''
''Geri git fırtınaya ve gece Plutonian kıyısına,
Bırakma kara tüylerini bir nişanı gibi o yalanın
Ruhunun söylediği,
Yalnızlığımı bozma-bırak kapımın üstündeki büstü.
Çek gaganı yüreğimden ve kapımdan çekip git''
Dedi ki kuzgun ''Bir daha asla''
Ve kuzgun asla kıpırdamadan hala oturuyor,oturuyor hala
Sessiz Pallas büstünün üzerinde tam kapımaın yukarısında;
Ve gözleri düş kuran bir şeytanın gözleri gibi,
Ve üstünden akan lamba ışığı zemine düşürüyor gölgesini,
Ve ruhum zeminde dalgalanan bu gölgeden
Bir daha asla alamayacak kendisini.....
1.kısım
2.kısım
Umarım hoşunuza gitmiştir. Ben çok eğlendim izlerken :) Kabul edin duygulandınız. Buraya kadar okuma zahmetine giren realist arkadaşlarıma da teşekkür ederim. Artık eğlenmiş olmanız lazım çünkü bu şiir beğenilmeyecek bir şiir değil. :P Neyse yolumuza devam edelim. Artık Edgar Allan Poe'yu da bırakma vaktimiz geldi. Eğer tarzı hoşunuza gittiyse hikayelerine bayılacaksınız. Tabii korku ve polisiye seviyorsanız. Bir de laf arasında Howard Phillip Lovecraft diyip kaçayım. Yani onu da okuyabilirsiniz gerilim sevenlerdenseniz. Herneyse...
Gelelim yeni yazarımıza: Neil Gaiman. Ta-daaa! :) Karşınızda zamanımız yazarları arasında en sevdiğim:
Türkçe'ye çevrilen neredeyse tüm kitaplarının arkasında bu resim var. Peki, biraz da Neil Gaiman'ı tanıyalım. Bugüne kadar pek çok bilimkurgu, fantezi romanı ve çizgi roman yazmış olan Neil Gaiman 1960 yılında İngiltere'de doğdu. Sandman serisi (ki ben de lisedeyken Sandman sayesinde tanıştım Neil Gaiman ile.) Yıldız tozu (filmi de var, gayet başarılı), Amerikan Tanrıları (korkmayın politik bir kitap değil tamamen fantastik), Yokyer, Koralin, Mezarlık kitabı yazarın öne çıkan eserlerinden başlıcalarıdır. Hugo, Nebula, Bram Stoker (ki bugün doğumgünüymüş kendisinin) ve Newbery Medal gibi pek çok ödül kazanan yazar, hayranları tarafından edebiyat dünyasının rock yıldızı olarak görülmektedir. (kim yazıyor bu yazıları yahu?) Neil Gaiman şimdilerde Minneapolis, Minnesota yakınlarında, egzotik balkabakları yetiştirdiği, bilgisayar ve kedi biriktirdiği karanlık kocaman bir evde yaşamaktadır. Yokyer adlı kitabın ilk sayfasında Neil Gaiman için bunları yazmışlar. Kendisi hala sağ, durmadan üretmeye devam ediyor. Hatta twitter'da neilhimself hesabını aktif olarak kullanmakta. Tabii ki bu konuştuklarımızın hiç biri yazarları tam anlamıyla tanımaya yetmez onları tanımak için eserlerini okumak gerek. Yıldız tozu adlı filme bir göz atın isterseniz. Çok sevdiğim bir filmdir.
Umarım izlenecek filmler listenize bir yenisi eklenmiştir. Yani yazımın başından beri bu insanlardan neden bahsediyorum? Çünkü hepsinin apayrı güzel, geniş ve değişik hayal güçleri var. Sevdiği işleri yapan insanlar bunlar. Hepsi bize değişik şeyler anlatıyolar. İşte böyle... Şimdi size Neil'den bir şiir sunacağım. Türkçe çevirisini bulamadım o yüzden kendim çeviriyi yapıcam. Hatalarım olursa affedin...
Uçan Dairelerin Geldiği Gün
Yüzlerce altından uçan dairenin geldiği o gün
Sessizce,gökyüzünden aşağı süzüldüler kar taneleri gibi,
Ve dünyanın insanları durdu ve onların çöküşünü izlediler.
Beklerken kuru ağızlarla bizi nelerin beklediğini
Ve hiç biri yarın burada olabileceğimizden bile haberdar değildi
Fakat sen bunlardan hiç birini farketmedin çünkü...
O gün, uçan dairelerin geldiği, bazı tesadüfler sonucu
Mezarların ölüleri geri yolladığı gündü
Ve zombiler yumuşak toprağın altından çıktılar
Ve püskürttüler, ayaklarını sürüyerek ve cansız gözlerle, durdurulamaz,
Bize doğru geldiler, yaşıyorlardı, çığlık attık ve koşturduk
Fakat sen bunlardan hiç birini farketmedin çünkü...
Uçan dairelerin geldiği gün, zombi günü
aynı zamanda Ragnarok'du ve televizyon ekranları bize,
ölü adamların tırnaklarından yapılma bir gemiyi, bir yılanı, bir kurdu gösterdiler.
Hepsi aklın alabildiğinden büyük,öyle ki kameraman onları çekebilmek için
yeterince uzaklaşamadı, sonra Tanrı'lar çıkageldi.
Fakat geldiklerini hiç farketmedin çünkü...
Uçan daire-zombi-savaşan Tanrı'lar gününde ruh kapıları da kırılmıştı.
Ve her birimiz cinler ve ruhlar tarafından ele geçirildik.
Bize dilekler, mucizeler ve sonsuzluklar önerdiler
Ve şans ve beceri ve gerçek cesur yürekler ve kavonozlarca altın
Devler etrafta cirit atıyordu ve ölümcül arılar...
Fakat senin bunların hiç biri hakkında en ufak bir fikrin yoktu çünkü...
O gün, uçan daire ve zombi günü
Ragnarok ve perilerin günü, büyük fırtınaların geldiği gün
Ve karların şehirleri kristale dönüştürdüğü gün
Tüm bitkilerin öldüğü, plastiklerin bozulduğu
Bilgisayar ekranlarının bize boyun eğmeyi emrettikleri gün
Meleklerin sarhoş,sersem ve barlarda tökezlediği
Ve Londra'nın tüm çanlarının çaldığı gün
Hayvanların bizle Asurca konuştukları, Yeti günü,
Pelerinlerle uçulduğu ve zaman makinesinin geldiği gün
Bunların hiç birini farketmedin çünkü,
Odanda oturuyordun, hiç bir şey yapmadan,
Okumuyordun bile, gerçekten, sadece
Telefonuna bakıyordun ve
Merak ediyordun acaba seni arayacak mıyım diye...
Neil Gaiman
Şimdi, elimden geldiğince çevirmeye çalıştım, tabii tam olarak anlayamadığım yerleri yorumunu katarak çevirdim İngiliz dili ve edebiyatı okumadım sonuçta ben de. Belki bazı yerleri saçma oldu veya yazıldığı dildeki kadar anlamlı olmadı ama gelin bu duygu yüklü şiiri bir Neil Gaiman'dan dinleyelim. Şiire başlamadan önce diyor ki: " Bir şiir okumanın eğlenceli olacağını düşündüm. Yazdığım bu şiir Dünya'nın sonu ile ilgili veya belki de, yalnızca bazı şeylere dikkat etmekle ilgili de olabilir. Şiirin adı uçan dairelerin geldiği gün.
Çeviri böyle bir şey işte, kötü de olsa iyi de olsa bazı duygular kaybolabiliyor asıl yazıldığı dilden çevrilince. Herneyse, bu şiiri de sizle paylaşmak istemiştim. Oldukça hoşuma giden bir şiirdir. Romantizmden biraz uzak ama... Edgar'cığım da öyle. Fakat iki şiirde de kızlara hitap edildiğini farkettiniz mi? Aşk böyle bir şey işte demek ki, en fantastiğin, korkuncun içinde bile var. Siz bana bakmayın saçmalamaya başladım galiba :D
İşte böylece bir yazının daha sonuna geldik. Umarım sıkılmamışsınızdır, anlattığım tüm kişileri biliyor olsanız bile şöyle bir aklınızdan geçirmiş oldunuz. Hiç olmazsa bir filmi bile merak etmenizi sağlayamadım mı? :(
:)
Yorumlarınızı esirgemeyin ki ben de yazmaya devam edeyim...
İyi geceler hepinize.. Ben de biraz uyuyayım artık...