25 Şubat 2013 Pazartesi

Antalya'nın kötü çocuklarına...

Büyümek üzerine,

Bugün Antalya'da bir günümü eski yıllarıma adadım. Aslında her şey Metallica'nın S&M konserinin dvd'sini almamla başladı. Hayatınızda bazı olayların birbirini tetiklemesi ne garip değil mi?



Heavy metal'den ne kadardır uzak olduğumu düşündüm, hatırlayamadım. Eski hard diskimi çıkarıp kendime AC/DC, Metallica, Megadeth, Black Sabbath, İron Maiden ağırlıklı bir liste hazırladım. Dinlerken eski günlerim aklıma geldi. Hayal kurduğum, özgür olduğum, hayatı istediğim gibi yaşadığım zamanlar. Hiç bir şeyin kaygısını çekmeden cebimde azıcık para bile olsa eğlendiğim zamanlar. Hayatı bir bilgisayar ekranından değil de tozlu sarı sayfalardan takip ettiğimiz zamanlarda...

Ne kadar zamandır tramvaya binmedim hatırlamıyorum, tramvayın ilk durağından kendimi şehrin kollarına bıraktım. Uzun zamandır yapmadığım gibi hiç bir şey umurumda olmadan.


Öylece, aklımda hiç bir şey olmadan etrafı seyrederek, tramvayın sesini dinleyerek, özgürce bir kaç durak ilerledim. Sonra Cumhuriyet meydanında inmeye karar verdim. Ne kadar zamandır buralara gelmiyordum acaba... Lisedeyken yapmayı en sevdiğim şey ara sokaklardaki sahafları dolaşmaktı. Sonsuz kitap arasından istediklerimi çeker çıkarırdım. Bu konuda bir yeteneğim var gibiydi sanki. Hatta yetenekli olduğum tek konu bu muydu? Sahafların bulunduğu ara sokaklara doğru yürümeye başladım. Birincisi, ikincisi, yarım saat geçti. Sonra, tam gelecekte açmayı hayal ettiğim gibi bir tanesine rastladım. Cehennem Melekleri motosiklet kulübü ve Sonny Barger'ın hayatı ve anıları ile ilgili bir kitap buldum. 6.45 yayınlarından 2001 yılı, ilk baskı. Fiyatını sormadan aldım. Zaten 10 lira gibi komik bir fiyattı.


Diğer kitaplara bakmaya devam ettim. Led Zeppelin'in tüm şarkılarının Türkçe çevirisi olan, sayfaları çıkmış bir kitabın ve aynı tarz Queen'le ilgili başka bir kitabın satılık olmadığını öğrenince biraz hayal kırıklığı yaşadım. Aramaya devam ettim. Sahafın sahibi şehrin kötü çocuklarından biri olduğumu anlamış olacak ki bana Henry Miller'dan Oğlak Dönencesi adlı bir kitabı önerdi. Seks manyağı bir adamla ilgili bir kitapmış. Can yayınlarından çıktığı için içinde şöyle sayfalar var:


Hatta şöyle bir kaç tane de var:


Yaşasın sansürcülük! Bu kadar sansürleyecekleri bir kitabı niye basmak isterler hiç anlamam...Kitapta sansür ne olursa olsun çok çirkin bir şey... Her neyse.
Kitabı tam yerine bırakacaktım ki içinde bir kağıt buldum. İçinde ÖSS'ye 2002 yılında girmiş Gülizar .... adlı bir kişinin ÖSS sonucu duruyordu. Fakat kağıdın yarısı düzgünce kesilmiş olduğundan sonucunu göremedim. İkinci el kitap almayı ne kadar da özlemiştim. Bir kız o zamanlarda bu kitabı okuduysa ben niye okumayacaktım ki? Sahaf sahibinin de güzel olduğuna dair önerilerine güvenip onu da aldım. Biraz daha oyalandıktan sonra çıktım. Sonra girdiğim sahaftan ise oldukça zaman alsa da şunları buldum:


Sahafları eskiden beri hep sevdim... Oralar büyülü yerler. Oralarda aslında hiç de büyümediğimi hissediyorum. Özgürlüğü, saflığı hep o kitap kokularının arasında hissediyorum nedense... Son sahaf sahibiyle biraz sohbet ettikten sonra oradan da çıktım. Eskiden 12.000.000 olan dergilerden 4 tanesi 16 liraya aldım. Para birimi bile değişti şu kaç senelik ömrümde. Ama hala içimde büyümeyen asi bir ruh var. İşte bu ruh karnımı acıktırdı. Ortaokuldayken 3 liraya yediğim tepeleme doldurulan izmir sandviçleri aklıma geldi. Kumru, ya da burada denildiği gibi yengen... Ne derseniz işte onlardan. Hiç bilmediğim bir yerde bir tane onlardan ısmarladım. Özgürlüğün tadı çok güzeldi. Kumru'nun da öyle.. Hala çok ucuz ve çok doluydular. Evet, biliyorum sağlıksızdılar, bize özgürlüğümüzün kısıtlanması hakkında dayatılmaya çalışılan fikirler gibi... 

Şimdi ne yapacaktım? İstediğimi yapabilir, canımın çektiği yere gidebilirdim. Siz kendinize bunu en son ne zaman sordunuz? Ne istiyorsunuz? Tam şuanda... Canınız ne istiyor? Peki yapmamak için ne engeliniz var? Yaşadığınız şehrin güzel sokaklarında hiç bir şeyi umursamadan gezdiniz mi? Gezerken suratlarında yorgun bir ifade olan sokak çocuklarını görüp dünyanın eşitsizliğine sövdünüz mü? En son ne zaman?

Biraz deniz kokusu almak istedim. Ve şöyle bir yere gittim:



İki çay içtim ve bir kaç kitap karıştırdım. Yanıma gelen kedileri severek onlara verecek bir şeyim olmamasına üzüldüm. Sonra bir anda denizin ne kadar soğuk ve kumların ne kadar sıcak olduğunu merak ettim. Hiç bu zamanlarda denizin soğukluğunu ölçtünüz mü yoksa sadece soğuk mu dendi size? Ne dediniz? Aklımla soğuk olduğunu anlayabiliyorum mu? Bravo... Peki tam olarak ne kadar soğuk olduğunu kestirebildiniz mi? Vücudunuzda nasıl bir etki yapacağını? Bu düşünceler aklımda dönüp durdu. Su kime göre soğuktu? Niye gitmeyecektim ki? Beni engelleyen ne vardı? Kumsala indim...

Kumsalda benim dışımda dört kişi vardı.

 
Bir balıkçı ile arkadaşı


Köpekleri besleyen bir babanneyle torunu

Bana deliymişçesine baktılar. Çünkü çıplak ayak kumlarda yürüyen bir adamdım. Burada ne arıyordum ki? İşim gücüm yok muydu?

İkisinin de tam ortasında eşyalarımı bırakıp denize gittim. Soğuktu ama nasıl tarif edebilirim ki? Bana göre.. Bana göre kışın denizin olması gerektiğinden daha sıcaktı. Bunca yıldır kandırılmıştım. Lanet olsundu...

Biraz oturdum. Bodom çocuklarına merhaba dedim:


5 Haziran 1960 yılında Finlandi'yanın başkenti Helsinki'nin güney kıyısında ki Espoo'da Bodom gölünde bir cinayet işlenmiştir. Bla bla bla adlı üç gencin öldürülüp bla adlı bir gencin de yaralanmasıyla sonuçlanan bu olay 2005 yılına kadar basındaki popülaritesini korumuş fakat katil bulunamamış falan filan...

1960'dan 2005'e 45 yıl az bile... Üç gencin hayatı...

Kendi hayatımızın ne kadar önemli olduğunun farkında mıyız sizce?

Sonra karavandaki şu insanlara özendim.


Karavanı olan bir insan nasıl mutsuz olurdu ki? Bana gayet mutlu gibi göründüler. Özgürdüler hiç olmazsa. Mutluydular. O kadar.

Bir daha görüşmemek üzere oradaki herkese veda ettim. Denizin soğukluğunu tattıktan sonra havanın daha bir sıcak olduğuna karar verdim. Niye bu kadar sıcaktı ki?

Eve geldikten sonra da son sahafta bulduğum rock'n coke kitapçığına bir göz attım. Giden biri çok eğlenmişti. Belki de kız arkadaşıyla kavga edip kitapçığı bir sahafa satmaya karar vermişti. Belki de bir kavgaya karışmıştı. Kim bilir? Fakat bu kişi o sene şu grupları sahnede izlemişti:

İggy & The Stooges
Rasmus
M.F.Ö
50 Cent
The Orb
Ash
Özlem Tekin
Athena
Kurban

vs..vs... Ne kadar mutsuz olursa olsun 21-22 temmuzda o sene benden daha mutluydu. Buna eminim. Unutma bölümüne bir göz attım.


Prezervatifi yazmamışlar diye düşündüm. Yoksa güneş kremi ve koruyucalar kısmındaki koruyucalarla onu kastetmişlerdi? Güneş kreminden başka koruyucu düşündüm. Aklıma gelmedi. Gülümsedim... Sakın bölümünde cam şişe ve malzemeler diyerek neyi kastettiğini anlamadım. Umursamadım. Fakat bir festivale daha gidecek olursam cam şişe ve malzemeler götürmemeye karar verdim.

İşte kendime adadığım bir günüm böyle geçti ve bu günü unutmamak için sizlerle paylaşmak istedim. Belki içinizdeki özgürlük ateşine bir parça katkım olur diye... İstediğinizi yapın, hayat çok kısa...

Benim de önümde yeni ve zor bir hayat başlıyor. Fakat bugünü hiç unutmayacağım. Çünkü bugün benim için neyin önemli olduğunu anladığım bir gün. Bugün deniz suyunun kışın çok soğuk olduğu kandırmacasını kafamdan attığım gün...

Freeze

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder